Yeni Türk ulusal kimliği ya da başladığı anda biten hareket mi


Zaten Taraf gazetesinin “yarı-resmî” yazarı gibiydim. Şimdi düzenli yazmaya çalışacağım. Becerebilir miyim, bilemiyorum. Gezi Parkı herkes gibi beni de heyecanlandırdı… Bir de yaklaşmakta olan, soykırımın yüzüncü yılı 2015’i de ekleyince niçin düzenli yazmak istediğim sorusuna cevap ta vermiş olurum.

Önce Gezi Parkı olayları hakkındaki temel gözlemim: yaşananlar yeni bir Türk kimliğinin şekillenmekte olduğunun habercisidir. Siyasi, kültürel ve sosyal boyutlarıyla, kendisine, tarihine ve geleceğine başka türlü bakmak isteyen yeni bir Türk ulusal kimliği şekilleniyor. Gezi Parkı’nda bir sokağa Hrant Dink adının verilmesi, Parkın eskiden Ermeni mezarlığı olduğunu hatırlatan bir anıtın dikilmesi, bu yeni Türk kimliğinin tarihe bakışının ilk habercileri sayılabilir.

Bu boyutu başka yazılara bırakarak şekillenen yeni ulusal kimliğinin görünürdeki köşe taşlarını iki anahtar kelime ile anlatmak mümkün; “yetti artık” ve “saygı”. Her ikisi de Tayyip Erdoğan’da simgeleşen, birbiriyle ilişkili iki ayrı soruna işaret ediyor. Birincisi, demokrasi ve vatandaşlık hukuku, diğeri ise genel anlamda kültür, daha doğru deyişle günlük hayatlar.

Erdoğan’ın bıraktığı intiba şu: herkesi ve her şeyi kendi babasının malı zannediyor. Her şeyi iki dudağının arasına kilitledi. Herkes için neyin iyi olduğunu sadece kendisinin bildiğine inanan otoriter bir aile babası gibi. Hatta, iyi ve şefkatli bir baba olarak, tek başına karar vermeden önce, başkalarının fikrini de alıyor ama “kararı ben veririm”, diyor. Ama demokrasinin çoğunluğun oyunu almanın ötesinde, karar mekanizmalarının demokratikleştirilmesi ve şeffaflaştırılması; insanların karar süreçlerine katılması demek olduğunu bilmiyor. Bildiği tek şey Efendi-Kul ilişkisi. Taksim, bu arkaik ve geleneksel siyaset yapış tarzına karşı vatandaş ayaklanmasıdır.

İkinci düzey günlük hayatlardır; yaşam kültürü meselesidir. Erdoğan, kaç çocuk yapılması gerektiğinden sezaryene, sokakta öpüşmekten içkiye kadar her konuda fetva vermeye ve deyim yerindeyse insanların yatak odalarına kadar girmeye başladı. Ve gençler, bize kendi muhafazakâr hayat tarzını dayatamazsın, senin yaşadığın gibi yaşamak zorunda değiliz, senin gibi olmayana saygılı ol, diyerek ayaklandı. Bu boyutuyla yaşanan bir kültür savaşıdır.

Görmek gerekiyor ki, geleneksel etnik, din ve sınıf gibi fay hatlarının ve onların ürettiği siyasi yapıların dışında, yeni fay hatları oluşmaktadır. Soru da cevabı da çok basit; niçin Tuzla işçi ölümleri, Roboski, Uludere, Reyhanlı veya yeni Boğaz Köprüsü gençleri sokağa dökmedi? Çünkü bu sorunlar, toplumun geleneksel, etnik, dinsel, sınıfsal fay hatlarına denk düşüyor ve belki ancak bu kötü uygulamaya muhatap olan çevreleri sokağa dökebiliyordu. Gezi Parkı ve ağaçlar bu nedenle farklı; vatandaşlık bilinci ve günlük hayat kültürü ekseninde oluşan yeni fay hatlarının habercisi. Çok da masum. Bu yeni tarzın, kendilerine “apolitik” diye bakılan gençler tarafından getirilmiş olması da tesadüfî değil.

Şu iddiada bulunmak mümkün: geleneksel sol veya sağ örgüt ve siyaset yapış tarzlarının bu gençleri kapsaması veya kontrol altına alması çok zor. Ve ama aynı şekilde bu hareketin, herhangi yeni bir siyasi harekete dönüşmesi de şimdilik mümkün değil. Hareketin özgünlüğü onun en büyük açmazı. Eylemleriyle gençler kültürel bir şok yarattı ve bir devrim yaptılar. Ve bu “kültür devrimi” ötesinde bu hareketten çok şey beklemek doğru değil. Yani hareket aslında başladığı anda bitti. Yapacağını yaptı, geleneksel yapıları ciddi olarak sarstı ve hiç bir şeyin artık eskisi gibi olamayacağını öğretti ama o kadar. Harekete, bilinen siyasi ajandalarını yüklemek ve empoze etmek isteyenler fazla hayalci ve fena yanılacaklar.

Eğer hükümet aklı başında davranır ve gerekli sözleri verirse hareket yavaşça söner. Fakat bu sönüş yeni bir doğuşun habercisi olur. Siyasi iktidarın devrilmesinden daha devrimci bir adım bu. Çünkü hareket, Türkiye’nin en çok ihtiyacını duyduğu şeyi, siyasette oluşmuş efendi-kul ilişkisini ve günlük hayatta biri birimizle ilişki tarzımızı sorgulamamızı istedi.

Erdoğan direnirse ne olacak? Bu az da olsa bir olasılık. Ciddi bir güç kirlenmesi yaşayan Erdoğan’ın, işleri bildik siyaset tarzı ile götürmeye devam edeceği ileri sürülebilir. Ama o zaman kendisi ile birlikte ülkeyi de batırır. Nereye gideceği belli olmayan bir yere yuvarlanırız. Bu nedenle, eğer hükümet Gezi Parkı konusunda geri adım atmazsa ne olur sorusunu sormamak en iyisi.

Herkes yaşananın bir ilk olduğunu söylüyor. Türk’ün demokrasi ile sınavı ve Türkiye’nin gelip gördüğü en büyük sivil itaatsizlik eylemi! Bir bakıma doğru ama sadece bir bakıma. Çünkü aslında gençler bizim, 1968 kuşağının yapmak istediğini yaptılar. Bu gerçek bir 68’dir. Bizim yapmak istediğimiz neydi? Ve niye yapamadık? Bu ayrı bir yazı konusu.